Etkinlik izlenim ve görüntüleri

HALETÇAMBEL ANMA

YENİ YIL KONSERİ

KARATEPE ve GAP KÜLTÜR TURU

GÖKOVA-AKYAKA’YA IŞIK
TUTANLAR

HALET ÇAMBEL- NAİL ÇAKIRHAN AKYAKA’DA ANILDI

 

 

Akyaka Kültür ve Sanat Derneği Yönetim Kurulu üyeleri Muğla Büyük Şehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün'ü makamında ziyaret ettiler.

 

PROF.DR HALET ÇAMBEL VE NAİL ÇAKIRHAN AKYAKA’DA ANILDI…

Yücelen Şirketler Grubu, Akyaka Kültür ve Sanat Derneği, Muğla Sanatseverler Derneği, Ula Belediye Başkanlığı, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığı işbirliği ile yapılan etkinlik saat 14:00’de, Akyaka Mezarlığındaki kabirleri başında yapılan anmayla başladı. Yücelen Şirketler Grubu Başkanı Hamdi Yücel Gürsoy’un konuşmaları ile başlayan anma, Akyaka Kültür ve Sanat Derneği Başkanı Aydın Turunç ve Halet Çambel’in öğrencisi Arkeolog Nezih Başgelen’in konuşmaları ile sürdü. Nail Çakırhan’ın, Rusya’da yaşayan torunu Galina Hanım’ın mesajı iletildi ve çelenk sunumu dernek tarafından yapıldı.

Buradan, Yücelen Şirketler Grubunun hazırladığı program kapsamında, Nail Çakırhan’ın,  1983 yılında aldığı, dünyanın en prestijli mimarlık ödüllerinden biri olan “Ağahan Mimarlık Ödüllü” evinin bahçesine geçildi, Hamdi Yücel Gürsoy’un açılış konuşmasını yaptığı anma programında, ünlü arkeolog ve sanat tarihçi Nezih Başgelen’in, “Fotoğraflarla Anıların İzinde Halet ÇAMBEL & Nail ÇAKIRHAN” sunumunun ardından, MUSANDER Başkanı Sadettin Özbek, flüt sanatçısı Dilara Elagözlü’nün müzikleri eşliğinde şiirlerini sundu, Nail Çakırhan Evi’nin bahçesinde,  hayatlarından kesitlerin sergilendiği “ Prof. Dr. Halet Çambel & Nail Çakırhan Anı Evi”  açılışı yapıldı.

 

Evin bahçesindeki programın ardından, Akyaka Kültür ve Sanat Derneği ve Muğla Büyükşehir Belediye Başkanlığının katkıları ile  Akyaka Pazar yerinde Muğla Büyükşehir Belediyesi Orkestrasının “ Prof. Dr. Halet ÇAMBEL & Nail ÇAKIRHAN Anısına”, verdikleri Gün Batımı Konseri büyük ilgi gördü, yoğun katılımın olduğu konserde, solist keman sanatçısı Ozan Sari’nin bestelediği, orkestra versiyonu prömiyerini yaptığı İnce Memed eseri, eserin yazılış hikayesi, Yaşar Kemal ile Halet Çambel ve Nail Çakırhan’ın dostluğu, konseri izleyenlere güzel bir sürpriz oldu. Sevgiyle, saygıyla anıyoruz.

 

DEĞERLİ ÜYELERİMİZ VE DOSTLARIMIZ,
BUGÜN, 26 AĞUSTOS 1922 BAŞKOMUTAN GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA YÖNETİMİNDEKİ, TBMM ORDULARININ BAŞLATTIĞI BÜYÜK TAARRUZDA, 
KESİN ZAFERLE SONUÇLANAN DUMLUPINAR MEYDAN SAVAŞININ 99. YILI. BÜTÜN ULUSUMUZA KUTLU OLSUN.
100. YILINI KUTLAMAKTA OLDUĞUMUZ SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ (23.8.1921-13.09.1921) SONUCUNDA, 
YUNAN KUVVETLERİNİN İLERLEMESİ DURDURULMUŞ VE İSTİLACILAR SAKARYA NEHRİNİN BATISINA ATILMIŞLARDI.
SAKARYA MEYDAN MUHAREBESİ SONUCUNDA, MUSTAFA KEMAL PAŞANIN BAŞKOMUTANLIK YETKİSİ SÜRESİZ UZATILMIŞ, GAZİLİK VE MAREŞALLIK UNVANI VERİLMİŞ; İTALYANLAR ANADOLU TOPRAKLARINI BOŞALTMIŞLAR; DOĞUDA KARS CUMHURİYETLERİ İLE KARS ANTLAŞMASI İMZALANMIŞ VE DOĞU SINIRIMIZ BELİRLENMİŞ; MALTA ADASINDAKİ TÜRK ESİRLERİ, İNGİLİZLERCE SERBEST BIRAKILMIŞ VE SEVR ANTLAŞMASININ YUMUŞATILMASI ÖNERİLMİŞ VE DERHAL REDDEDİLMİŞ; FRANSA İLE ANKARA ANTLAŞMASI İMZALANMIŞ VE GÜNEY SINIRIMIZ, HATAY HARİÇ, BELİRLENMİŞTİR.
BU SİYASİ KAZANIMLAR SAYESİNDE, ORDUMUZUN PERSONEL, SİLAH, CEPHANE, VS. İHTİYAÇLARININ TAMAMLANMASINA ÇALIŞILMIŞ VE ORDUMUZ KESİN TAARRUZA HAZIRLANMIŞ; İÇ İSYANLAR ÖNLENMİŞ; MECLİSTEKİ MUHALİFLERİN İKNA EDİLMESİNE GAYRET EDİLMİŞTİR.
NİHAYET ZAMANIN GELDİĞİNE KARAR VEREN MUSTAFA KEMAL PAŞANIN, EMİR YÖNETİMİNDE BÜYÜK TAARRUZ BAŞLAMIŞ, İZMİR, BURSA VE İSTANBUL İLE TRAKYA HARİÇ, ANADOLU İSTİLACILARDAN TEMİZLENMİŞTİR.
BU BÜYÜK ZAFERDEN SONRA, 24 TEMMUZ 1923’DE LOZAN BARIŞ ANTLAŞMASI İLE BAĞIMSIZ, EGEMEN, KAPİTÜLASYONLARDAN ARINMIŞ BİR DEVLET OLARAK KABULÜMÜZ TESCİLLENMİŞ VE NİHAYET 29 EKİM 1923’DE BAĞIMSIZ TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ KURULMUŞTUR.
BUGÜN, CUMHURİYETİN NİMETLERİNDEN FAYDALANAN BAZI VATANDAŞLARIMIZIN VE DE ÖZELLİKLE KADINLARIMIZIN KAZANILANLARA KARŞI ÇIKMALARINI VE ÜMMETÇİ BİR ZİHNİYETLE HAREKET ETMELERİNİ ANLAMAK MÜMKÜN DEĞİLDİR.

BAĞIMSIZ VE LAİK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİNDE YAŞAMAMIZI SAĞLAYAN, BAŞTA GAZİ MUSTAFA KEMAL PAŞA OLMAK ÜZERE BÜTÜN ŞEHİTLERİMİZİN VE BUGÜN EBEDİYETE İNTİKAL ETMİŞ OLAN GAZİLERİMİZİN HUZURUNDA MİNNET-ŞÜKRAN-SAYGI İLE EĞİLİYORUZ.

AKSD

 

Oktay Akbal, aramızdan ayrılışının 6.yılında etkinliklerle anıldı…

 

Gazeteci-yazar Oktay Akbal, aramızdan ayrılışının altıncı yılında Akyaka ve Muğla’da düzenlenen etkinliklerle anıldı.

Akyaka’da, kabri başında yapılan törende, dost ve sevenleri, okurları, kabrine çiçekler koyarak, konuşmalarla andılar.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ardından Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen etkinlikte,  Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi bünyesinde kurulan “Oktay Akbal Kitaplığı” ziyaret edildi.

Muğla Büyükşehir Belediyesi tarafından, Oktay Akbal anısında düzenlenen,  “Oktay Akbal Edebiyat Ödülü” nü, “Canım Ada” adlı öykü kitabıyla Adil İzci kazandı. Düzenlenen ödül töreni ile Adil İzci’ye, plaketi ve ödülü takdim edildi.

Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi’nde düzenlenen ödül törenine Oktay Akbal’ın eşi Ayla Akbal, Muğla Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Osman Gürün, Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Aykut Küçükkaya, Muğla Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı Özgür Akdağ, yazar ve eski kaymakam Erol Ertuğrul, Akbal’ın dostlarından Ozan Mustafa Köz, Zeki Köylü, Hamdi Yücel Gürsoy’un oğlu Erdinç Gürsoy ve 22. Dönem CHP milletvekili ve eski siyasetçi Mehmet Ziya Yergök katıldı. 

Etkinlikte konuşan Ayla Akbal, “Bu etkinlikler, yurdun birkaç yerinde yakılan umut ışıkları olmaktadır ve çoğalacaktır. Belediyelerimizin yaptıkları bu etkinlikleri Kurtuluş Savaşı’ndaki kongreler gibi görüyorum. Oktay Akbal, yılmaz bir Atatürk savunucusuydu. Bugün yaşasaydı ve ormanlarını koruyan insanları görseydi çok sevinirdi” dedi.

Akbal’ın anısını yaşatmaya devam edeceklerini söyleyen Osman Gürün ise “Oktay Akbal bize yol göstermeye ve umut vermeye devam ediyor. O hiçbir zaman umudunu yitirmedi. Daima Atatürk’le, cumhuriyetle, onun ilkeleriyle ilgili mücadelenin sonuna kadar devam ettirilmesiyle ilgili bize umut veriyor. Umudu kaybettiğiniz anda teslim olmuşsunuz demektir. Geldiğimiz noktada Kuvayı Milliye’nin büyük bir kalkışmayla tekrar yaşanması ve yaşatılması gerektiği günlerdeyiz” diye konuştu

Törenin ardından,  Türkan Saylan Çağdaş Yaşam Merkezi’nde,”Lozan Karikatürleri Sergisi” açıldı. Lozan Anlaşması görüşmeleri sırasında, karikatür sanatçıları tarafından yapılan karikatürler, ülke delegelerine verilmiştir. İsmet İnönü,  bu karikatürlerin kopyalarını hazırlatarak mecliste bulunan milletvekillerine hediye etmiştir. Oktay Akbal’ın dedesi, Niğde milletvekili, Ebubekir Hazım Tepeyran’a da verilen bu kopyaları arşivinde bulunduran Ayla Akbal tarafından Lozan Karikatürleri sergi açılışı gerçekleştirildi.

Değerli üyelerimiz, sevgili dostlarımız,

Uzun süredir dernek üyelerimiz ve bazı dostlarımızın bizden istediği bir çalışma vardı, Aydın Turunç, Akyaka'ya ilk yerleşenlerden, Akyaka'nın geçmişini anlattığı bir sohbet toplantısı, sözlü tarih belgesi çalışması yapmamızı istediler. Pandemi nedeniyle planladığımız sohbet toplantısı şeklinde yapamadık ,fakat daha fazla da gecikmek istemedik, Aydın beyden rica ettik o anlattı biz kaydettik. 
Çok amatörce yaptığımız bu çalışmayı beğeneceğinizi umuyoruz.

Bu çalışmayı yapmamıza izin veren ve anılarını anlatan dernek başkanımız Aydın Turunç'a, desteklerini esirgemeyen  Solmaz Turunç'a, video kaydını yapan yönetim kurulu üyemiz Feriha Arzu Tuncer'e, videoların kurgusu ve paylaşılmasını gerçekleştiren dernek üyelerimiz Hatice Gürsel ve Namık Gürsel'in oğlu Güray Gürsel'e çok teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Akyaka Kültür ve Sanat Derneği Yönetim Kurulu

 

8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ

Dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınlar, bir zamanlar nüfus sayımlarına dahil edilmiyordu, kadınlar verdikleri mücadelelerle nüfusa dahil edilme hakkını elde ettiler. Daha sonra oy verme, seçme, seçilme hakkı mücadelesi geldi. Sırayla bu haklar elde edildi.

Hayatın her alanında üreten, hayatı çoğaltan kadınlar, çoğunlukla en yakınlarındaki erkekler tarafından, en güvenli yer olması gereken evlerinde hayattan kopartılıyor.

Erkek egemen bakış açısıyla, kadın vücudu üzerinden üretilen politikalarla kadın hayatı üzerinde tahakküm kurulmaya çalışılıyor.

Politikada, iş hayatında, sokakta, evde, her gün türlü şiddetle, eşitsizlikle mücadele ediyor kadınlar.

Biz kadınlar, bu 8 Mart’ta ve her gün, hayatın her alanında, üretmeye, hayatı çoğaltmaya devam edeceğiz. Hayatımıza, haklarımıza, emeğimize, doğamıza kasteden politikalara karşı haykırmaya devam ediyoruz, söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var.

Korkmuyoruz, susmuyoruz, itaat etmiyoruz.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.

 

18 Nisan 1935: Dünya kadınları

12. Uluslararası

Kadınlar Kongresi için İstanbul’da



Uluslararası Kadınlar Birliği  (International Alliance of Women / IAW) 12. kongresini, Türk Kadınlar Birliği ev sahipliğinde, 18-24 Nisan 1935’te İstanbul’da gerçekleştirdi. 40 kadar ülkeden (kimi kaynaklarda “otuz yurdun kadınları” olarak geçer), toplam 200 milyonluk bir nüfusu temsil eden 360 delegenin (kimi kaynaklarda 300’e yakın) katıldığı ve dönemin basını tarafından “Feminizm Kongresi” olarak adlandırılan kongreye damgasını vuran tema, faşizmin yükseldiği ve İkinci Dünya Savaşı’nın ayak seslerinin duyulduğu bu yıllarda, “barış” oldu.  Ama kadınların savaş ve silahlanmaya karşı sesleri ve sözlerinin yanı sıra kongrenin gündeme aldığı ve karara bağladığı konular arasında seçme ve seçilme hakkı için uluslararası mücadeleyi sürdürmek, dünya kadınlarının işbirliği, kız çocuklarının küçük yaşta evlendirilmesinin sona erdirilmesi, çok eşliliğin engellenmesi, dul kadınların durumu, kadın işsizliği ve yoksulluğu, genelevlerin kapatılması ve (onların tabiriyle) fahişeliğin yasal olarak sınırlandırılması, kadınların kölelikle eşdeğer şartlarda çalıştırılmasının önüne geçilmesi, manda altında yaşayan kadınların yaşam koşullarının düzeltilmesi,  kadının uyruğu ile ilgili sorunların uluslararası bir sözleşme ile çözümlenmesi, ahlak alanında kadın ticareti ile mücadele edilmesi, ahlakta kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, evli kadının çalışma hakkı üzerindeki engellerin kaldırılması ve kadın mültecilerin sorunlarının çözülmesi bulunuyordu. Türkiye kadın hareketi tarihi açısından hem böylesine büyük ve uluslararası ilk kongre olmasından hem de Türk Kadınlar Birliği’nin kapanması/kapatılması sürecindeki rolünden ötürü önem arz eden buluşma, organizasyonun diğer ortağı olan Uluslararası Kadınlar Birliği açısından ise feminizmin ilk dalgasının “uluslararasılaşma ve kolektif bir kimlik oluşturma” çabasını temsil ediyor. Henüz ömrünün başında olan genç Cumhuriyet, yani Türkiye hükümeti, ise bu konferansı o zamanın ‘yeni Türkiye’sini’ uluslararası arenada tanıtmak, nasıl modernleşmiş olduğunu göstermek için bir fırsat olarak değerlendiriyor. 12. kongresini İstanbul’da düzenleyen Uluslararası Kadınlar Birliği’nin (IAW) kurulması kararı, 1902’de Washington’da, dönemin önde gelen ABD’li feministlerince, kadınların oy hakkı için mücadele etmek adına alındı. Temeli ise 1848’de kadınların Seneca Falls’da toplanarak Kadın Hakları Bildirgesi’ni yazmasıyla atılmıştı. Bu ilk konferanstan sonra 1904’te Berlin’de gerçekleştirilen ikinci buluşma ile Birlik resmen kurulurken ilk başkan da Carrie Chapman Catt oldu. Bu sırada adı “Kadınların Seçme ve Seçilme Hakkı için Uluslararası Birlik” (International Women’s Suffrage Alliance / IWSA) idi. Merkezi Londra’da yer alan birliğin kurucuları arasında süfrajetler Carrie Chapman Catt, Millicent Fawcett, Helene Lange, Susan B. Anthony, Anita Augspurg, Rachel Foster Avery ve Käthe Schirmacher bulunuyordu. 1906’da Kopenhag’da gerçekleştirilen üçüncü kongrede Birlik’in yayın organı Jus Suffragii’nin çıkarılması karara bağlandı. Aynı zamanda bu kongrede, Emmeline Pankhurst’ün izinden giden Kadınların Sosyal ve Politik Birliği’nin (WSPU) üyeliği, süfrajetlerin bu türden militanlığa karşı olan Millicent Fawcett’in etkisiyle reddedildi. Daha sonra, 1926’da Paris’te gerçekleşen 10. kongrede Birlik’in adı değişerek “Kadınların Oy Vermeye Katılımı ve Siyasi, Hukuki Haklarının Alınması için Uluslararası Birliği” (International Alliance of Women for Suffrage and Equal Citizenship) oldu. Aynı kongrede Türk Kadınlar Birliği’nin üyeliği kabul edildi. 1946’da ise bugünkü ismini alarak “Uluslararası Kadınlar Birliği” (International Alliance of Women) haline geldi. Bugün hala aktif olan Birlik’in merkezi Cenevre’de bulunuyor. Önceleri seçme ve seçilme hakkı ekseninde kurulan Birlik, artık daha genel bir insan hakları-barış-demokrasi çerçevesine sahip. Bünyesinde dünyanın farklı yerlerinden yüzbinlerce üyesi olan 50’yi aşkın derneği barındırıyor. Ayrıca kuruluşundan bu yana dernek ve kurumların üyeliği haricinde ‘bireysel üyelik’ de kabul ediyor olmasıyla başka benzer platformlardan ayrılıyor. 1926’dan itibaren Milletler 

Cemiyeti ile güçlü ilişkiler geliştiren Birlik’in 1947’den bu yana, BM nezdinde bir STK’nın elde edebileceği en yüksek statü olan, Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi’nde genel danışmanlık statüsü var. O tarihte, bu statüyü elde eden dördüncü kurum olarak biliniyor. Bugün BM’nin New York’taki merkezinde, Cenevre ofisinde, UNESCO’da, Gıda ve Tarım Örgütü’nde, Avrupa Konseyi’nde, Arap Ligi’nde, Körfez Ülkeleri Konseyi’nde temsilcileri bulunuyor ve Avrupa Kadın Lobisi üyesi. Birlik’in bugünkü Başkanı ve BM temsilcisi ise Joanna Manganara. Birlik’in 2004’e dek gerçekleştirdiği kongreleri şöyle listelenebilir:

Kaynak: Çatlak Zemin - https://www.catlakzemin.com/18-nisan-1935-dunya-kadinlari-12-uluslararasi-kadinlar-kongresi-icin-istanbulda/

 

İlklerin Kadını: Halet Çambel

 

Halet Çambel, bir röportajında “Mutluluk kişisel çıkar peşinde yakalanmaz, asıl mutluluğa topluma yararlı olarak ulaşılır.” savı ile ülkeye yaptığı hizmetlerinin özünü anlatır…

“Siz okuma yazma biliyorsunuz. Bütün bilgi kitaplarda vardır. Ben size yarın değişecek olan bilgiyi belletmekle yükümlü değilim. Ben size bu bilgiyi nasıl öğreneceğinizi ve nasıl kullanacağınızı öğretirim.”

Yukarıdaki sözün sahibi, ilklerin kadını Halet Çambel 1916 yılında Berlin’de dünyaya gelir. Babası Berlin askeri ataşesi ve Atatürk’ün arkadaşı Cemil Bey, annesi Berlin Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa’nın kızı Remziye Hanım’dır. En büyük ablası Leyla Çambel hukukçu ve gazeteci, diğer ablası Perihan Çambel kanser araştırmacısı ve kardeşi Bülent Çambel de mühendistir. Çambel ailesi 1924 yılında ülkeye kesin dönüş yapmadan önce İsviçre ve Avusturya’da yaşar.

Halet Çambel, 1935 yılında İstanbul Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nden mezun olur. Aynı yıl Fransa hükümetinden aldığı bursla Paris Sorbonne Üniversitesi’nde arkeoloji eğitimine başlar. 1936 yılında Atatürk’ün isteği ile Suat Fetgeri Aşeni ile eskrim dalında Berlin Olimpiyatları’na katılır ve Aşeni ile olimpiyatlara katılan ilk Türk kadın sporcu olur.

Bu sürece ilişkin: ”Bizi hazırlık amacıyla Macaristan’a götürdüler. Gayet esnek, etkili bir üslubu olan İstanbul’daki hocamız Nadolsky’i götürmeyip bizi Peşte’deki spor okulunda bir Macar hocaya teslim ettiler. Sert bir stili olan Macar hoca yüzünden kendi stilimizi kaybettik ve yeni teknik kazanamadık.” der ve madalya alamazlar. Fakat Aşeni ile birlikte olimpiyatlara ülkemizden katılan ilk kadın sporcu olarak tarihe geçer.

Olimpiyat oyunları için Berlin’de bulunduğu sırada Hitler ile tanıştırılma teklifini reddeder. Bu olayı ise şu sözlerle anlatır: “Biz dedik ki ‘Hayır, biz Hitler’le tanışmayız ve elini sıkmayız; çünkü eğer devletimiz göndermeseydi, biz zaten gelmezdik. İstemiyoruz!’ O iş öyle bitti. Sonra Jesse Owens isimli bir koşucu kazandı atletizm yarışmasını. Tabii o ari ırk teorileri falan hepsi battı. Kıyametler koptu.”

 

1939 yılında Yazılıkaya-Midas şehrindeki kazılara katılır. II. Dünya Savaşı’nın başlaması ile Fransa’ya geri dönmez. 1944 yılında İstanbul Üniversitesi’nden doktora derecesini alır.

Anadolu’da yapılan pek çok arkeolojik çalışma ve araştırmada yer alan Çambel, 1947 yılından itibaren Karatepe-Aslantaş kazılarına başlar. Burada Hititlere ait pek çok eser açığa çıkarılır.

O dönemleri Gökhan Tan’ın anlatımıyla öğrenelim:

1960’ların sonunda Ceyhan üzerine yapılması planlanan Aslantaş Barajı, Karatepe ören yerini baraj gölü içerisinde küçük bir ada haline getiriyordu. Çambel bir yıl boyunca barajın tüm mühendislik planlarını inceledi. DSİ yöneticilerine, barajın kültür varlıkları üzerindeki yanlışlarını ortaya koyan bir rapor sundu. Ve baraj kotunun, Karatepe’yi tehdit etmeyecek şekilde düşürülmesini sağladı.

Çambel bugün Hasankeyf’te, Allianoi’de, Zeugma’da yapılan yanlışı 40 yıl önceden görmüş ve engelleyebilmişti. Bunun yanında bölgede sadece kazılarla ilgilenmemiş, çevre köylerde büyük bir okuma yazma seferberliği başlatmış, yöredeki kilimciliği geliştirmiş, bölgeye Yaşar Kemal’den Âşık Veysel’e birçok aydını çekmiş ve köylüler için “Halet Hoca” olmaktan çok “Halet Abla” olmuş.

Anadolu’daki yaşamını Çambel şöyle anlatır: “Tarihi eserlere sahip çıkılması eğitimle mümkün. Komşulara ‘Çocuklar sizden, defter kalem bizden. Çocukları gönderin, saat beşten sonra okutalım’ dedik. Çocuklar sabah beşte geldiler, ırmağa gitmemeleri için aşçımızı başlarına koyduk. Mutfağın yanına sıralar kurduk, işten sonra derse giriliyordu. Burada ayrıca geleneksel olarak kilim dokumacılığı yapılıyordu ancak doğal değil kimyasal boya kullanılıyordu. Bunlar da akıyordu.

Biz dedik ki, doğal boya kullanırsanız daha iyi olur. İlk dokunan kilimi biraz yüksek fiyatla biz satın aldık. Bu sefer herkes heveslendi ve doğal boyaları kullanmaya başladı. Buraya ilk geldiğimiz yıllarda köyde doktor yoktu. Burada bir ilk yardım istasyonu kurduk. Bir arkadaş Eczacılar Birliği’nin Genel Sekreteriydi. Evvela ilaç gönderdi. Burada her türlü yara-bereye, yanığa, basit hastalıklara elimizden geldiğince yardımcı olduk. Her gün 5-6 hasta gelirdi.

1960 yılında İstanbul Üniversitesi’nde Prehistorya Anabilim Dalı’nı kurar ve kürsü başkanı olur. Çambel askeri darbenin ardından bir süre Almanya’da ders verir. 1963 yılında tekrar Prehistorya Kürsüsü Başkanlığı’nı üstlenir ve emekli olduğu 1984 yılına kadar bu görevi sürdürür.

1963 yılında Chicago Doğu Bilimleri Enstitüsü’nden Robert J. Braidwood’u ve ekibini Türkiye’ye çağırır. Braidwood, dünya arkeolojisinde döneminin en önemli isimlerinden biridir ve savunduğu görüş (geçmişi anlamada, arkeolojinin yetersiz olduğunu diğer tüm bilimlerle işbirliği yapılması gerektiğini savunur.) ile alanında çığır açar.

Çambel 1964 yılında Robert J. Braidwood ve eşi Linda S. Braidwood’la birlikte Ergani’de Çayönü höyüğü kazısına başlar. 1963 yılında Braidwood ile Güneydoğu Anadolu Ortak Araştırma Projesi’ni kurar. Siirt-Urfa arasında Türkiye’nin ilk kapsamlı, çok disiplinli yüzey araştırmasını gerçekleştirirler. 1976’da ise TÜBİTAK’a bağlı bir Arkeometri Ünitesi kurulmasına katkıda bulunur.

Pek çok ödülün yanı sıra Boğaziçi Üniversitesi Fahri Doktora Unvanı (2005) sahibi olan Halet Çambel, 12 Ocak 2014 tarihinde İstanbul’da hayata gözlerini yumar.

Çambel sadece kazı çalışmalarıyla kalmaz aynı zamanda kullandığı “Belgeleme Yöntemiyle” Türkiye’de arkeolojinin gelişiminin en önemli ismi olur.

Öğrencisi Prof. Dr. Mehmet Özdoğan onu şu sözlerle anlatır: ”Türkiye arkeolojisinde birçok kavramı ilk kez o dile getirdi. Ama o kadar mütevazıydı ki öğrenciliğimizde onu sıradan biri sanırdık.

Mütevazı olduğu kadar çok yönlü bir insandır. Yine Özdoğan’a kulak verelim:

Çambel akademik dünyanın farklı alanlarında yaratıcı öngörüsü, uygulamadaki başarıları ile öne çıkmıştır; arkeolog, korumacı, çevreci, eğitmen, dilbilimci, mimar, planlamacı, etnograf, düşünür gibi farklı bilimsel kimlikler ile tanınır. Türk akademik ortamında uluslararası açılımların simgesi olarak ünlenmiştir.

Başka bir açıdan bakıldığında ise Çambel sporcu, köycülük önderi, köy öğretmenidir. Karatepe Dağları’nın “Halet Bacısı”sıdır. Bizler için ise Halet Hocamızdı. Bu nedenle Halet Çambel’i Karatepe Aslantaş’ın hafiri, bir arkeolog olarak tanımlamak, O’nun bu uzun ve renkli yaşantısını sığlaştırmak olacaktır.

Çambel her şeyin ötesinde Cumhuriyet’in ilkelerine, çağdaşlaşmaya yürekten inanmış bir aydındı, tüm yaşamını da bu ilkelere göre düzenlemişti. İş’i görev olarak bilmiş, bu nedenle yaptıkları ve başardıkları ile hiçbir zaman övünmemişti. Yeni kurulan dünya ile bütünleşmeye ve çağı yakalamaya çalışan Cumhuriyet’e katkıda bulunmayı, zaten yapması gereken bir görev olarak gördüğünden Çambel bunları hiçbir zaman dile getirmemiştir.

Her türlü zorluğa karşı durmayı ve bürokratik engelleri aşmayı ve yapılmasına gerekli olduğuna inandığı şeyleri yapmayı sıradan bir işmiş gibi sürdürmüştür. Bu nedenle yaklaşık 50 yıl boyunca öğrencisi olmakla övündüğüm Halet Çambel’i, öğrencilik yıllarımızda herhangi bir üniversite hocası olarak görmüştük.

Yaptığı işlerin ne denli önemli ve büyük olduğu, zaman geçtikçe ortaya çıkmış; 1950’li yıllarda çalışmalarına esas olarak aldığı ilkeler, ancak 1980’lerden sonra, önce Dünya’da daha sonra da ülkemizde kabul görmüş ve esas olarak alınmıştır.

Ne var ki Çambel hiçbir zaman ilkelerini sloganlaştırmamış, süslü ve güzel terimlerle değil, herkesin anlayacağı sıradanmış gibi gelen söylemlerle hayata geçirmiştir. Bunların arasında

·         Kültür varlıklarının yerinde, doğal çevre ortamı ile birlikte korunması – “kültürel peyzaj”

·         Kültür varlıklarının orta ve uzun erimli bölge planlaması ile bütünleşmesi

·         Kültür varlıklarının, çevresinde yaşayanlara karşın değil, onlarla birlikte yaşayanlar ile korunması

·         Kültür varlıklarının yalnızca seyirlik olmaması, toplumun sosyal ve ekonomik zenginliğine katkıda bulunması

·         Sürdürülebilirlik

·         Farkındalık yaratmak

·         Restorasyonu gösterişe dayalı bir sahtecilik olarak değil 1964 Venedik Tüzüğü’nde tanımlanan anastylosis (orijinaline en yakın haliyle) düzeyinde tutması

·         Bilimsel yayında “acelecilik değil titizlik ve doğruluk”

gibi birçok ilki örnek olarak sayabiliriz.”

Halet Çambel’in, yakın arkadaşı Ruhi Su’nun ilk plağını çıkarmasında maddi manevi katkısı olur. Türkiye’nin ilk koruma çatısını ve ilk çıplak beton uygulamasını eşi Nail Çakırhan ile yapar.

Aynı yerde ülkenin ilk milli park uygulamasını başlatırlar. Türkiye’nin ilk açık hava müzesi olan Karatepe-Arslantaş Milli Parkının kuruluşuna öncülük eder. Köylüler ile yaşarken onların her türlü gelişimine katkı sağlamak için eğitici kurslar açar.

Adana ilinin tarihi yerlerinden olan Tepebağ mahallesinin tarihi yapıları, evleri ve arkeolojik dolgusunu belgeler. Güneydoğu Anadolu Tarih Öncesi Karma Projesi’nde Braidwood ile 40 yılı aşkın süre ile şu ana kadar bilinen en uzun soluklu projeyi çalışırlar. Çok sayıda bilim insanı yetiştirirler. Yeni bir bakış açısı, yeni yöntemler bilim dünyasına bu proje ile kazandırılır.

Keban Barajı yapımında dönemin ODTÜ Rektörü Kemal Kurdaş’ın da desteği ile baraj gölünün yüzey araştırmasını Braidwood ile yapar ve öncüsü olduğu çok sayıda kazı ile Doğu Anadolu’nun tarihi önemini açığa çıkarır.

Halet Çambel kalıcı eserler bırakmayı da ihmal etmez. İngilizce ve Türkçe eserler yazar. Eserlerinden bazıları; Çok Dilli Arkeoloji Sözlüğü, Midas Kenti Kazıları ve Dağlık Frigya Bölgesindeki Araştırmalar, Frigya, Light on Top of the Black Hill, Karatepeli Fıkraları, Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları I. Cilt, Kumkale: Toros Eteklerinde Bir Haçlı Kalesi’dir.

Yaşar Kemal onun için: ”Halet Çambel’i anlatmak zor, Onu derinlemesine anlamak zaman ister. Yer altını güne çıkarmak Halet’in büyük hüneriydi. Yer üstündeki insanlar da ondan yepyeni bir dünya öğreniyordu. Okuldan kaçan, gönderilmeyen kızları okula gönderiyordu. Halkın içinde o bir büyüydü.” derken eşi ile aynı dönemde cezaevinde kalan ve eşinin yakın arkadaşı olan Nazım Hikmet “Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim” adlı otobiyografik romanında Çambel için “Bağıran, genç ve güzelliği tuhaf bir kadın. Babası mebus. Kocası komünist…” der.

Halet Çambel, bir röportajında “Mutluluk kişisel çıkar peşinde yakalanmaz, asıl mutluluğa topluma yararlı olarak ulaşılır.” savı ile ülkeye yaptığı hizmetlerinin özünü anlatır.

98 yaşında Arnavutköy’deki evinde ölürken geriye anlatılması sayfalara sığmayacak bir ömür bırakır. Çambel’e Anadolulu dostları şu sözlerle veda eder: “O sizler için bilim insanıydı, arkeologdu, eğitmendi ancak O bizim Karatepelilerin, Torosların Anasıydı.”

*Aşağıdaki linki tıklayarak kendi anlatımıyla Halet Çambel’i izlemenizi tavsiye ederim.

https://www.youtube.com/watch?v=JaNaVoG30yM&t=496s

 

Halet Çambel'i sonsuzluğa uğurlayışımızın 7. yılında

12 Ocak 2021 Salı günü saat 11:00'de

Akyaka Mezarlığında kabristanı başında toplandık.

 

 

Değerli Üyelerimiz ve Dostlarımız,

Pandemi kısıtlamaları ile geçen 2020 yılında, ne yazık ki, düşündüğümüz ve arzuladığımız etkinliklerimizi, günlük ve yatılı kültür gezilerimizi, tekne turlarımızı ve geleneksel hale gelen yılsonu yemeğimizi gerçekleştiremedik. Ama yine de Prof. Dr. Arkeolog Halet Çambel’i, Muğla BB Başkanlığı ile beraber gazeteci-yazar Oktay Akbal’ı ve diplomasız mimar-şair Nail Çakırhan’ı kabirleri başında andık; Halet Hanım ve Nail Beyin öz geçmişleri ile ilgili hazırladığımız broşürleri, Muğla Devrim Gazetesi eki olarak yayınlattık ve dağıttırdık; Nail beyin torununun çelengini kabrine koyduk.

Aidatlarını ödeyen üyelerimiz sayesinde, üçte iki çoğunlukla Dernek Genel Kurulumuzu gerçekleştirdik ve sizler üç yıl için bizleri ( Aydın Turunç, Devrim Bayar, Nilgün Alayat, F. Arzu Tuncer ve Mustafa Koyuncu ) Yönetim Kurulu olarak seçtiniz. Aidatlarını ödeyerek Genel Kurulumuzun toplanmasını sağlayan ve bizleri seçen üyelerimize teşekkür ederiz.

2021 yılında, Pandemisiz günlerde buluşmak ve etkinliklerimize, gezilerimize, tekne turlarımıza tekrar başlamak üzere, ailelerinizle beraber hepinize sağlıklı, huzurlu günler ve esenlikler dileriz.

Saygılarımızla,

AKSD

DEĞERLİ ÜYELERİMİZ

Bugün Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ÜN ebediyete intikalinin 82. Yılı.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da kendisini hatırlayacağız, hatırlatacağız; anacağız.

Türkiye’miz dışındaki dünya devletlerinde en çok büstü ve heykeli olan lider Atatürk’dür. Çünkü dünyada “ Yurtta Barış, Dünyada Barış ” sözleri ile dünya vatandaşlarının arzularını açık bir şekilde ifade eden tek liderdir.

Atatürk, saltanatçılar, halifeciler ve mandacılara ve de işgalcilere karşı Milli Mücadeleyi başlatan ve sonuçlandıran; Laik Cumhuriyetimizi kuran; önce na-mağlup bir komutan; sonra da hoş görülü, gereğinde zamanında ve yerinde sertleşmesini bilen; memleketimizin kalkınması, ekonomik, siyasi, hukuki ve askeri bağımsızlığı için gerekenleri düşünen ve gerçekleştirmeye çalışan politikacı; kadınlara önem veren ve dünya devletlerinin çoğundan önce onlara seçme ve seçilme hakkı sağlayan siyaset adamı; vatandaşlarının arasına girmekten, dinlemekten çekinmeyen bir lider; çocukları seven, sayan ve onlara Bayram armağan eden bir başöğretmen;  bir bibliyofil; dilci, tarihçi; salon insanıdır.

Öngörü sahibidir; 9 Haziran 1936 da, Eskişehir’deki Birinci Tayyare alayını ziyaretinde Atatürk: *“ Geleceğin en etkili silahı da, aracı da hiç kuşkunuz olmasın uçaklardır. Bir gün insanoğlu uçaksız da göklerde yürüyecek, gezecek, gezegenlere gidecek, belki de Ay’dan bize mesajlar yollayacaktır. Bu mucizenin gerçekleşmesi için iki bin yılını beklemeye gerek kalmayacaktır. Gelişen teknoloji bize şimdiden bunu müjdeliyor. Bize düşen görev ise, Batı’dan bu konuda fazla kalmamayı temindir. ” ön görüsünde bulunmuş ve bunların hepsi gerçekleşmiştir.

AKSD

*”Atatürk’ün İzindekiler: Tolga Aydoğan”’dan alıntıdır

** İnternetten alıntıdır

10 EKİM 2020 NAİL ÇAKIRHAN ANMA GÜNÜ

DEĞERLİ DOSTLAR:  PANDEMİNİN AKYAKA’DA DA ETKİSİNİ GÖSTERDİĞİ ŞU GÜNLERDE, DÜZENLEDİĞİMİZ NAİL ÇAKIRHAN’I ANMA GÜNÜNE GELDİĞİNİZ İÇİN DERNEK VE ŞAHSIM ADINA TEŞEKKÜR EDERİM.

DERNEĞİMİZİN KURULUŞUNDAN SONRA,  NAİL ÇAKIRHAN’I ANMA ETKİNLİĞİMİZ      “GEÇMİŞTEN GELECEĞE ANADOLU MİMARİSİ VE NAİL ÇAKIRHAN GÜNLERİ ” BAŞLIĞI ALTINDA, ÖNCEKİ BAŞLANLARIMIZDAN SELÇUK İNAÇ VE MİMARLAR ODASI MUĞLA ŞUBESİ O ZAMANKİ BAŞKANI MİMAR OLCAY ARIKAN TARAFINDAN YÜCELEN OTEL SALONUNDA BAŞLATILMIŞTI.

YÜKSEK MİMAR OKTAY EKİNCİ MODERATÖRLÜĞÜNDE DÜZENLENEN BU TOPLANTILARA SEÇKİN MİMAR VE KONULARINDA UZMAN HOCALAR PANELİST OLARAK KATILMIŞLARDI. ZAMAN İÇİNDE, MUĞLA MİMARLARININ VE MİMARLAR ODASININ İLGİSİNİN AZALMASI VE OKTAY EKİNCİ’NİN VEFATI ÜZERİNE, ETKİNLİĞİMİZ  “ PROF. DR. HALET ÇAMBEL VE NAİL ÇAKIRHAN ANMA GÜNLERİ ” ŞEKLİNDE YÜCELEN TESİSLERİNDE VE EVİNİN HAYAT VE BAHÇESİNDE DEVAM ETMİŞTİ.

BU DÖNEMDE DE HAMDİ GÜRSOY’UN DESTEĞİNE EK OLARAK, MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ, MUĞLA BÜYÜKŞEHİR VE ULA BELEDİYE BAŞKANLIKLARI, MUĞLA SANAT SEVENLER DERNEĞİ, MUĞLA SANAYİ VE TİCARET ODASI, MİMARLAR ODASI DA DERNEĞİMİZE DESTEKÇİ OLMUŞLARDI. YÜKSEK MİMAR MELİH GÜNEŞ MODERATÖRLÜĞÜNDEKİ KONUŞMACILARA İLAVE OLARAK BAHÇEDE KONSERLER DÜZENLENMİŞ; İDİL BİRET, CİHAT AŞKIN GİBİ ULUSLARARASI MÜZİSYELERİN KONSER VERMELERİ SAĞLANMIŞTI.

2019 YILINDA İSE, İLK ANMA ETKİNLİĞİ HALET HOCANIN HAYATINI VAKFETTİĞİ KARATEPE-ASLANTAŞ ÖREN YERİNDE 42 ÜYE VE DOSTUMUZUN KATILIMI İLE GERÇEKLEŞTİRİLMİŞ, YÜKSEK MİMAR TURGUT CANSEVER’İN PROJESİNE GÖRE NAİL ÇAKIRHAN’IN GERÇEKLEŞTİRDİĞİ AÇIK HAVA MÜZESİ GEZİLMİŞTİR. SİZLERE DAĞITTIĞIMIZ BROŞÜRDE, NAİL ÇAKIHAN’IN İNŞAAT SIRASINDA ÇATIDA ÇEKİLMİŞ BİR FOTOĞRAFI BULUNMAKTADIR.

İKİNCİ ETKİNLİKDE İSE, EVİNİN BAHÇESİNDE,  DOÇ.DR. MELEK  ZÜHRE SÖZERİ YILDIRIM, PROF.DR. NAMIK AÇIKGÖZ VE PROF.DR. ADNAN DİLER KONUŞMACI OLARAK KATILMIŞLAR VE AYRICA MUĞLA SITKI KOÇMAN ÜNİVERSİTESİ MÜZİK BÖLÜMÜ ÖĞRENCİLERİ KONSER VERMİŞLERDİR.  YÜCELEN OTELDE MİSAFİR EDİLEN, NAİL ÇAKIRHAN’IN TORUNU BAYAN GALİNA YANİ VE OĞLU SERGEY DE TOPLANTIYA KATILMIŞLARDIR.

PANDEMİ YÜZÜNDEN BU YILKI ANMA PROGRAMINI NE YAZIK Kİ GERÇEKLEŞTİREMİYORUZ.  BU GÜN, ANCAK,  KABİR BAŞINDA ANMAYI GÜVENLİ BULDUK. BU ARADA, DOSTUMUZ GÜLTEN YILDIRIM VASITASI İLE GALİNA AİLESİ DE ÇİÇEK GÖNDERMİŞLER. ÇİÇEKLERİNİ KOYMAK ÜZERE YILDIRIM AİLESİNİ DAVET EDERİZ.

DİNLEDİĞİNİZ VE ANMA GÜNÜNE KATILDIĞINIZ İÇİN SAĞ OLUN.

AKSD

 SELÇUK İNAÇ

Akyaka - 2002

Devrim Gazetesi

"DOLU DİZGİN"

- "Kimdir bu adam?..."

- "Bu da nereden çıktı şimdi?"

- "Mimarlıkla ne alakası var bu adamın?".

- "Ne demek geleneksel anadolu mimarisi ?."

- "Bugünün mimarisi bu çağa aittir, moderndir, evrenseldir."

- "Ahırdan bozma ev çağdaş ve evrensel olabilir mi?"

- "Ahır mimarisinden çağdaş uygarlığa ulaşmak mümkün mü?"

- "Mimar  bile olmayan birine mimarlık ödülü mü verilir?"

- "Bir mimarlık ödülü ancak bir mimara verilebilir."

- "Ağa han ödülü de öyle..."

Olay 1983 yılında geçer.

O yıllar Akyaka henüz yerleşime açılmamış, kimsenin bilmediği,  denizle orman arasına sıkışmış, çam ağaçlarının gölgesinde küçük bir kıyı köyüdür.. 

Bu tarihten yaklaşık on yıl kadar önce, 1970 yılının başlarında dünyanın geniş bir coğrafyasında

dolu dizgin at koşturmuş, artık biraz dinlenmeyi  özleyen yorgun Nail Çakırhan, doğup büyüdüğü

bu topraklara, Gökova'ya geri döner.

Hayat arkadaşı, kavga arkadaşı karısı ciddi bir rahatsızlık geçirmiş, Nail Çakırhan'ın yorgun bedeni bir yerlerden ses vermeye başlamıştır. Doktorlar artık dinlenme zamanını geldiğini söylemekte, atını bir köşeye bağlamasını tavsiye etmektedir.

Nail Çakırhan işte böyle bir zamanda gelir Akyaka'ya.  niyeti, denizle göğün, ormanla ovanın buluştuğu, kimsenin yolunun düşmediği  bu kıyı köyünde küçük, mütevazı bir köy evi yapmaktır..

Nail Çakırhan yorgundur. Yaşı altmışa varmış,  yelelerine kır düşmüştür.Yıllar sonra yeniden ayak bastığı bu topraklarda şimdi çocukluğunu aramaktadır. Belki doya doya yaşayamadığı, belki yaşamaya doyamadığı, burnundan kokusu, gözünden renkleri, dudaklarından tadı  gitmeyen çocukluğunu aramaktadır.

Ahşap saçaklı, oyma işlemeli, peri bacalı evini aramaktadır.

Avlusunda koşuşturduğu, kuyusundan su çektiği, ambarından bademli sucuklar aşırdığı, çardağında ayran içtiği, taşlığında ceviz kırdığı, bir ağaçtan diğerine, bir daldan öbürüne  atlaya sıçraya hayaller kurduğu, büyükannesinin koynunda peri masalları dinleyerek uykuya durduğu, dedesinin elinden tutup kuzulu kapıdan geçerek çarşıya gittiği, o evi, o evin kokusunu, o evin büyüsünü, o evin masalını, hasılı çocukluğunu aramaktadır.

Özlemini çektiği, içinde yoğrulduğu, burnundan kokusunu gideremediği  o evi yapmak ister dinlenmek ve çocukluğuna yatmak için...

Bu onun yaşamı, bu onun  yaşam kültürü değil midir?..  Kim ne diyebilir ki bu özleme?..

Nail Çakırhan, hemen oracıkta, yanı başında uzayıp giden çam ormanlarının mis gibi deniz  kokan sarı, serin tahtalarından, yaşama yoldaş, doğaya eş üç göz oda yapar... önünde taşlık, yanında kuzulu kapısı...

O yalnızca çocukluğunun evini yapmıştır, basit, yalın, belki de sıradan,  sadece kendisi için...  Hepsi o kadar....

Bu kadar gürültüye ne gerek var...  desek... diyemeyiz...

Çünkü, Nail Çakırhan, harcını dolu dizgin yaşamında karmıştır bu evin... Ahşabını mahpushane duvarlarının çatlaklarında işlemiş, ışığını beyninde yoğurmuş, karanlığını  (kuytuluğunu)  yalnız  gecelerinde boyamıştır.

Bir ömür desek, bir ömür yetmez.  Nereden baksan, Alacahöyüklerin, Çayönü'nün, Karatepe'nin, Ula'nın, Muğla'nın hasılı Anadolu'nun öz yaşamıyla, öz kültürüyle, onun ruhuyla çatılmıştır bu çatı.  Bir yumak gibi hepsi, iç-içe,  sarmaş dolaş...  Nail Çakırhan, Anadolu, doğanın ve insanın var ettiği değerler ve çağdaş dünya... yani bir bakıma, bir uygarlıklar manzumesi...

Bu karışım yıllar yılı bir potada yoğrulur,  hal hamur olur, birbirinin içine girer, bir usta elinde şekillenir, fazlalıklarından arınır, basit, sade, yalın, kolay anlaşılır bir cümleye dönüşür.

Buna ister bir ev deyin, ister bir düşünce, ister bir felsefe... Tanımın tarifin öyle çok bir önemi yok. Bu bir oluşum, bu bir kıvam, bu bir öz işte;  ağacın özü gibi, insanın özü gibi, yaşamın özü gibi bir şey...

İşte bu özü, birileri, ta dünyanın öbür ucundan görür, hisseder, yüreği yerinden oynar, ellerinde var olan bir taktir beratını, bir aferimi getirir sunarlar Nail Çakırhan'a....

Of ki of... Memlekette yer yerinden oynar...

"Nasıl olur da mimar bile olmayan birine mimarlık ödülü verilir?"

"Nasıl olur da ahırdan bozma bu ev mimari değerlere örnek gösterilir?.."

"Nasıl olur da !..   Hem bunca biz varken..."

Feryat-figan... Bağrış-çağrışın duru durağı yok...

Tepinenlerin sesi arş-ı alaya varır.

Yer yerinden oynar...

Kimdir bu nail çakırhan?...

Nail Çakırhan böyle kuru gürültülere papuç bırakacak adam değildir aslında... dolu dizgin yaşamında etinden et koparılmış gene de boyun eğmemiş, kimselere temannah etmemiş, doğru bildiğinden şaşmamış, gözünü hiç bir budaktan, sözünü hiç kimseden sakınmamış. Ama, gel gör ki bu iş başka... Birileri, iyi iş yapmışsın, aferim deyip  sırtını sıvazlıyor, şükranlarını sunuyor... Birileri de bu da iş mi, asıl aferini ben hakettim demeye getirip, bu da kim yahu diye ayağa kalkıyor...

Ona ne laf düşsün... Kendini övecek değil a...  "Bu aferini ben istemedim ki"  diyor yalnızca, bir kenarda, sessiz, mahcup, sıkılgan...

İyi de, kim peki bu Nail Çakırhan?..

Aslına  bakarsan belki yok öyle biri.  Belki bizimki yalnızca bir yanılsama, bir sanrı... Belki o yalnıca bir masal kahramanı... Gerçek değil... Belki de o, kaf dağının ardında  periler ülkesinde  yaşarken dolu dizgin çıkıp, Gökova'ya düşüvermiş bir keloğlan...

Bakmayın  şimdilerde kır düşmüş, rüzgarda uçuşan kuzguni yelelerine... Yeleler de onun değil aslında. O da doruklarda boynuna dolanmış bir rüzgar...  Kimileri de der ki, dor atından karışmış, rüzgar olmuş yeleler...

Hasılı, zaman öyle bir sarıp sarmalamış ki keloğlanı, başındaki, saç mı, yele mi, yel mi, rüzgar mı bilinmez,  hele hele şimdilerde kuzguni-kır bir delimemet'e dönüşmüş,  sakar yaylasının eteklerince  dolu dizgin uçuşup durur...

Gahi keloğlan, gahi deli dumrul,  gahi birbirine karışıp del'oğlan olur, hasılı hepsi bir Nail Çakırhan'dır, rüzgarı doldurmuş yenine, deniz-dağ, step-bozkır savrulur dolu dizgin.

                                     x                     x                        x

Büyük-annelerden bir yaşlı bilge vardı, adı Nefise... Nefse teyze derdik ona. Kafkas'a şehit vermiş oğlunu, bağrı yanık, gözü yaşlı, boynu bükük...

Periler ülkesinde diye  başlardı masallarına...

Zamanın birinde periler ülkesinde bir keloğlan varmış...

Dalar giderdim periler ülkesine...

Periler ülkesi bir mutluluk diyarı,  sanki bir cennet...

Yanımız yar, üstümüz yıldız, altımız ova... Yukarıdan bakardım Gökova'ya...

Gökova sanki bir periler ülkesi. Gökova sanki bir cennet...  Boylu boyunca tuba ağaçları, boylu boyunca İrem bağları...

Ova denizle kucaklaşmış,  deniz ormana sarmaş... Gök, hem denize hem yeşile,  hem ağaca karışmış... Çanları şıngır-mıngır, çanları langur-lungur develer geçmekte ovayı bir baştan, bir başa...

Gökova'nın bir tek uçuşan perileri eksik.

Belki onlar da var mıydı, şimdi tam olarak hatırlamıyorum.

Her ne ise, keloğlan, görüp de durur mu?... Bir yekinip kalkmakta peri kızının getirdiği atın yelelerine sarılıp, rüzgara bir vurmaktadır ki kendini... breh-breh...

Keloğlana kel diyenler utansın...

Keloğlan bundan böyle delioğlan olup  toza dumana, göğe buluta karışır.  Dor atıyla doruklarda dolaşır.  Hem de ne dolaşma.. Bir basıp Gökova'ya denize inmekte, bir  basıp sakara  göğe yükselmelte...

Şimşekler mi gökte oynaşan, yıldızlar mı toza karışan, yoksa keloğlanın atının nalları mı mermer kayalarla buluşan belli değil... Gökyüzü çakmak çakmak...

Bu coşkulu hengamenin, bu sevinçli curcunanın tam orta yerinde birden kara bir duman çöker ovaya. aha şuracıkta, nah şu karşı yamaçta bir kara bulut... sarar tepeyi...

Kafdağı derdi nefse teyze o dağa... Ardı arkası bilinmez...  Oğlu gitti ya hemen aşıp yamacı, kayboldu gözden... Kafkas'a gitti dediler... Besbelli o dağ işte.... Gitti, gelmedi bir daha...

Kafdağı ki tepesini bulutlar sarmış, ucu-bucağı yok.. Zaten hiç görmediydik doruklarını, iyiden görünmez oldu. hepten kara dumana, hepten buluta sardı...

İndi kara duman, dolandı her bir yanı...

Bir cin mi desem, yoksa şeytan mı?  Hangisi el  attı evrene?

Karardı her yer... Gökova, Sakar. Ege, Akdeniz, adalar... Kaçıştı periler.

Derken taşa kesti tüm dünya. ağaçlar, deniz, börtü, böcek, deve, kervan, keloğlan,  dere, su, geyik, ceylan, taş olup kalakaldı.

                                                X                          X                             X

Gözümüz kapanır, boynumuz düşer, biz de taşa keserdik nefse teyzenin kucağında.

O yıllar da öyle oldu.  Birden taşa kesti her yan...

Ne koca, ne oğul, ne yar, ne can...

Balkan harbi, Kafkas harbi, cihan harbi...

Her evden bir kaç şehit, her evden birkaç gazi.....

Kafdağı'nın başı duman...

Kafdağı aman vermiyor...

Kafdağı'nın ardı yaman...

Aslan gibi  evlatlar, biri bir cephede döğüşür,

biri bir cephede yatar.

Taşa kesti ortalık...

Ortalık adamakıllı taşa kesti o vakit...

Bu tozun dumanın arasında delioğlan vurdu yola kendini...

Yol karanlık, yol uzun...

Kayalar göğe sarmış, yamaç dik, yol yaman...

Çalı diken...

Eşkıya tutmuş yolları.

Zamanı ejder yutmuş.

Yok olmuş zaman...

Bir yanda Niobe, bir yanda Apollon....

Niobe'nin gözleri yaşlı...

Niobe'nin başı duman..

Bir de yedi başlı bir ejder çıkmaz mı batıdan.

İngiliz, Fransız, İtalyan,

Ermeni, Rus, Yunan...

etti mi altı?..

Bir de pay-ı tahtı koyarsan yanına....

Etti yedi.

Yol üstünde yedi başlı ejder...

Yol sarp, yol yaman...

Geçit vermez bu yol.

Bu yol aşılmaz olur anam...

                    x                           x                       x

İşte bu masal o keloğlanın,  o del'oğlanın masalıdır.

 

Aslında bu masal, Türkiye'nin 100 yıllık tarihinin masalıdır.

Ve işte bu masalın kahramanı da Nail Çakırhan'dır...

Kara yağız, Akdenizli...

O

Akdeniz'de doğdu,

ama Akdeniz'e doyamadan büyüdü...

Çocukken genç,

Gençken büyük, büsbüyük, kocaman bir adam oldu...

Pek çok şey yaşadı...

Pek çok şey gördü...

Pek çok şey öğrendi...

Yaşamaya ve öğrenmeye doyamadı...

Akdeniz'e de...

Kara-kara gözünü kara budaktan sakınmayan

kara yağız bir Akdenizliydi o...

Ve Akdeniz'e doyamadan büyüdü...

Ama söyleyin bana,

Hangimiz çektik içimize onun kadar Akdenizi...

doya doya,

Dolu Dizgin...